Mustafa Kemal Atatürk, Jean-Jacques Rousseau'nun Görüşlerinden Ne Kadar Etkilendi?
1712 yılında Cenevre’de doğan filozof, yazar ve hatta bu sıfatların da ötesinde bir değer olan Jean-Jacques Rousseau, Fransız Devrimi’nin fikir babalarından olması sayesinde günümüzdeki demokrasi anlayışını da biçimlerden isimlerden biri. Döneminin kafa yapısına göre fersah fersah ilerde olan meşhur Toplum Sözleşmesi (1762) eseri ile Rousseau, milletin egemenliğini üstün tutarak, bunun genel irade (volonté générale) ile yapılan toplumsal bir sözleşmeyle temellendirilmesini ele alır. Bunun dışında, başta İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi olmak üzere, bütün insanların eşitliğini ve temel özgürlüklerini savunan birçok kanun, yasa ve hukuk metninin ardındaki temelde onun fikirlerini görebiliriz. Rousseau, tüm insanların eşit doğduğunu ve adil bir sözleşmeyle de bu eşitsizliklerin aşılabileceğine inanır. İşte bu görüşlerden neredeyse 200 yıllık bir sürenin sonrasında da ülkemizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, yurdu yeniden inşasındaki özgürlük ve demokrasi anlayışında Rousseau’dan etkileniyor.
Atatürk; Montesquieu,
Voltaire, Namık Kemal ve Ziya Gökalp gibi çeşitli fikir adamlarının siyasi ve
toplumsal görüşlerinden faydalanarak kendi düşüncelerini şekillendirdi. Onun, Jean-Jacques
Rousseau’nun eserlerinden aldığı ilham ise belki de toplumumuz tarafından en
fazla bilineni. Bunun en büyük sebebi ise süphesiz 1 Aralık 1921 günü TBMM
kürsüsünde yaptığı konuşmasındaki şu bölüm: “Efendiler, bu meşrutiyet teorisini
bulan en büyük filozofların bu teoriyi kurmak için çalıştıkları esasları
inceledim. Bunlara nüfuz ettim… Jean-Jacques Rousseau’yu baştan nihayete kadar
okuyunuz. Ben bunu okuduğum vakit, hakikat olduğuna inandığım bu kitap
sahibinde iki esas gördüm. Birisi bu ıstırap, diğeri bir cennettir…”
4000’e yakın eserden oluşan Anıtkabir’deki
kitaplığın en değerli parçalardan olan Toplum Sözleşmesi’nin Fransızca baskısı üzerine
Atatürk’ün birçok not aldığını da belirtmemiz gerek. Bu eser ile birlikte
Rousseau ve Atatürk, siyasal rejim olarak özgürlükçü ve cumhuriyetçi bir yapılanmayı
hedefliyor. Bununla birlikte, söz konusu hedeflere ulaşmak için de gerekirse
seçkinlerin önderliğinde kısa süreliğine otoriter düzenlerin bile
kurulabileceğini ifade ediyorlar. Bu kısa süre ise toplumun iradesine, egemenliğine
ve özgürlüğüne sahip çıkana kadarki süreç. Toplum Sözleşmesi’ndeki “Oldukça
uzun bir kaldıraçla insan dünyayı tek parmağı ile yerinden oynatabilir ama onu
taşımak için Herakles’in omuzları gerekir.” ifadesi ise bu -maalesef gerekli- süreci
ele alıyor.
Ancak bu noktada, iki fikir adamı
birbirlerinden ayrılıyor: Jean-Jacques Rousseau, filozof sıfatına da sahip bir
doktrin adamı iken, Mustafa Kemal ise belli ilkelere sahip olan bir aksiyon
adamı. Bu anlamda, özellikle onun doktrin verdiği Jakoben kesiminin 1793-1794
yıllarında Fransa’da neredeyse herkesi giyotinden geçirip Terör Dönemi trajedisini
yaşatmasını unutmamak gerek. Buna karşın, Atatürk ise milletin egemen olduğu
bir düzen için devrimlerinde hoşgörülü, tutarlı ve sistematik bir yol izledi. Jakobenler
ile bu anlamda tamamen farklı bir yol bu. Böylelikle, Atatürk’ün Rousseau’nun
görüşlerinden tamamen etkilenmediğine kanaat getirmemiz mümkün. Sonuç olarak,
bu iki büyük ismin çok büyük bir ortak noktası var, o da bizim için çok anlamlı
olan şu söz: “Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir!”
“Türk halkının kayıtsız ve
şartsız hâkimiyetine sahip olduğunu bir defa daha ve kesinlikle tekrar
ediyorum. Hâkimiyet, hiçbir anlamda, hiçbir şekilde, hiçbir renk ve hiçbir
kılavuzlukta ortaklık kabul etmez. Ünvanı ister halife ister başka bir şey
olsun, hiç kimse bu milletin kaderine ortak çıkamaz. Millet buna kesinlikle
müsaade edemez. Bunu teklif edecek hiçbir milletvekili bulunamaz. Bunun içindir
ki, kaçmış olan Halife’nin halifeliğine son verip, yenisini seçmek ve bu konu
ile ilgili bütün işlemlerde belirttiğim görüşler çerçevesinde hareket etmek
zarurîdir. Başka türlüsüne kesinlikle imkân yoktur.”-Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, VIII
Kaynak: 1, 2, 3, 4, 5.