İran İslam Devrimini Yüzümüze Vururcasına İşleyen Film
Persepolis
9/10
(Spoiler) Film,
genel olarak İran’ın 20 yıl içinde nereden nereye geldiğini ele alıyor: Radikal
İslamcı kitlenin şah rejiminden sonra yönetime geçmesiyle toplumdaki insanların
günlük hayatlarının zaman içinde değişmesi, çarpıcı bir anlatımla işleniyor.
Özellikle, kadın hakları gibi yüce kavramların anlamını yitirilişine tanık
oluyoruz: Kara çarşaf zaruriyeti ve kadınların kısıtlanmaları başta olmak
üzere, günümüzde bizim ülkemizde de maalesef hala tartışılan ahlak bekçiliği hususu yüzümüze vuruluyor. Örneğin, Marjane’ın kendisini “süzen” gazete okuyan
adamı kolluk güçlerine şikayeti sahnesi akıllara kolayca gelebiliyor. Ayrıca,
başkarakterimizin sevgilisiyle arabada el ele tutuşmalarının sonucu da yine
karakolda bitiyor. Hatta, kadınların koşması; yani bildiğimiz “koşmak” eylemi bile
dinen sakıncalı görülüyor.
Marjane’ın
babasının, onu karakoldan alırken söylediği şu replik ise gerçekten can alıcı: “Biz
annenle 15 yaşındayken el ele rahatça yürürdük; ama şu an gördüğün gibi her şey
değişti.”. Aslında (girmeden başına 0 koymak zorunda olduğumuz) Wikipedia’da
bile olay, İran İslam Devrimi başlığı altında yazılmış; halbuki bu bir devrim
değil, bu bir darbe. Özgürlük kavramı, Voltaire’in de değindiği gibi, adaletten
başka bir şey değildir: Hukuk Devleti yerine dini temelleri merkezine alan bu İslam
Devleti, kadınların başta olmak üzere tüm toplumun özgürlükleri kısıtlayarak
adalete her anlamda bir darbe yapmış. Ancak şunu da hemen belirtelim: Film, din
konusunu her iki açıdan da başarılı bir biçimde ele alıyor. Dini kısıtlamalar, Viyana’daki
katı kurallı bir Hıristiyan pansiyonunda var. Özgürlük kısıtlaması, her dinin
bazı kitlelerce “aşırı” yorumlanmasının bir sonucu; oysa bütün dinlerin
temelinde vicdan yatıyor.
Başkarakterimizin,
Viyana’da Mohawk saçlı Momo sigara sararken ona verdiği cevap ise filmin bir
başka değerli repliği: “Saçmalama! İnsan varlığı, anlamsız bir kavram değil.
Bazıları sadece özgürlük için hayatını kaybediyor. Sence benim amcam laf olsun
diye mi öldü. Tam bir aptalsın!”. Filmde ekmeklerden kuğu yapan bu amca
karakteri ise Marjane’ın kolayca empati yapabilmesi için önemli bir rol
üstleniyor. Aslında filmi bir kenara bırakırsak, bizim de basit bir şekilde
empati yapabilmemiz gerek: Ekşi’de sayfalarca tartışılan Persepolis ve hatta
Türkiye İran olur mu? gibi başlıklar, bizi de zaman içinde derin düşüncelere
hapsediyor. Hatta genel olarak da Persepolis filmi hakkındaki herhangi bir
Türkçe eleştiri yazısı da bir şekilde konuyu buraya bağlıyor: Biz de böyle olur
muyuz? Filmi izlerken ve izledikten sonra aklımızda böyle bir soru işaretinin
belirmesi ise tek kelimeyle korkunç bir gerçek.
Michael
Jackson, ABBA, Bee Gees ve Iron Maiden... Bu efsane müzisyenler bile filmi
izledikten sonra eski anlamının çok daha ötesine geçiyorlar. Bunun yanında, evimize
yakın sokaklardaki ve parklardaki şehit isimleri de öyle: Marjane’ın “Şimdi sokaklara
şehit ismi veriyorlar. Ailelerine bütün kalan bu oldu, şehit isimleri.” sözü de
bizim izleyicileri ayrı bir yerden vuruyor. Filmde “fanustaki” hayatımızı
doğrudan etkileyen başka bir örnek ise yurtdışına giden gençlerimiz: Özellikle
belli bir gelir seviyesinin üstünde ve iyi eğitimli gençlerimizin yurtdışına erken
beyin göçü yapması ve daha sonra ülkemizi ziyaret ettiğinde yaşadığı kültür
şoku da burada anlatılıyor. Marjane’ın Avrupa’da kendini yabancı hissetmesi, İran’a
döndüğünde de kendini doğduğu topraklara ait hissetmemesi ile ifade ediliyor.
En sonunda da özgürlüğünü seçmek durumunda kalıyor. Bizim de o durumda
kalmamamız dileğiyle!
Kaynak: 1.